26 Aralık 2011

Yeni bir yıla girerken

Yeni yıla girerken ne dilenir? Hep güzel şeyler söylemek isteriz değil mi? Dileklerimiz, umutlarımız, dualarımız vardır ve isteklerimizi hep o yılın değişim anına saklarız. Benim için o kadar da önemli değildir aslında yeni yıla giriş. Yine de ister istemez etrafımdaki heyecana, sevince katılırım. Yeni yıla bu kadar az zaman kalmışken ne tarifi versem, hangi fotoğrafı koysam diye epey bir düşündüm. Yeni yılda tatlı konuşmak, güzelliklere uyanmak için tatlı bir şeyler olmasında fayda var dedim ve bademli, portakallı bu keki koymaya karar verdim. Muhtemelen pek çok blog, site veya dergide göreceğiniz şaşalı görüntülerden biri değil bu ancak beni tanıdıysanız gösterişe meraklı olmadığımı, daha çok sağlığı ön planda tuttuğumu bilirsiniz. Bu keki badem unu veya ıslatıldıktan sonra kabuğu soyulup blenderdan geçirilmiş bademle yapabilirsiniz. Ben 200 gr kadar badem kullandım. İki yumurta, 4 çorba kaşığı tam un, 1 çorba kaşığı stevia ekstresi, 2 çorba kaşığı bal, portakal kabuğu rendesi (bol bol), karbonat, bir tutam tuz ve badem ekstresi var içinde. Bildiğiniz kekler gibi hazırlıyorsunuz. Ben ekstradan yumurtanın akıyla sarısını ayırıp akları bir tutam tuzla güzelce çırparak ekledim karışıma. Hepsi bu işte. Sonra mini kek kalıplarında (veya kağıt kalıplar kullanabilirsiniz), 180 derecede ısıtılmış fırında pişirdim. İsterseniz pişirirken içine yeni yıl için dileklerinizi de koyabilir ve sonra bu kekleri tüm sevdiklerinize armağan edebilirsiniz. Yedikçe dileklerin gerçeğe dönüştüğünü düşleyebilirsiniz. Neden olmasın ki? Hayal ettim ve olacağına kanaat getirdim. Doğrusu ben öyle yapacağım. Afiyet olsun. Yani iyi yıllar!

16 Aralık 2011

Antakya'dan, Sivas'tan, Antep'ten, Mardin'den

Büyücüleri sever misiniz? Belki biraz korkarsınız onlardan. Tekin değillerdir. Ne zaman ne yapacaklarını bilemezsiniz. Bu büyücü mutfak büyücüsü ise düşünceniz değişebilir. O zaman merak duyarsınız. Peki ne yapar bu büyücü? Yemek yapar. Nasıl yemek yapar? Değişik şeyler yapar. Tam bir büyücüdür işte, bir tutam ondan katar, bir tutam bundan. Bazı mutfak büyücüleri malzemeye takıntılı olur. Bizimki onlardan. Antakya'dan biber salçası getirtir, Kazdağı'ndan şifalı otlar, Gökçeada'dan et. Tarifleri de toplar. Birer birer. O tarifleri kendi yorumuyla uygular tabii. Unutulmuş yiyecekleri anımsatır insanlara. Hiç tatmadıkları şeyler koyar önlerine. Pilava iğde konur muymuş? Konurmuş. Büyücüler meraklıdırlar. Yeni şeyler geliştirmeye, öğrenmeye. Karşılarına çıkan fırsatları (çıkmasa da yaratırlar) kendilerini geliştirmek için kullanırlar. İşte o büyücülerden birini tanıyorum ben. Şu anda da tamı tamına oradayım. Büyücünün yeni mekanında. Mutfakta elektronik caz mı retro mu. Ama değişiyor o da. Birazdan türkülere geçilebilir veya Arap müziği çalınabilir. Mutfak ekibinin canı ne çekerse. Zaten 3 tane masa var. Onların derdi (büyücü, hayat arkadaşı ve ekibi) insanlar gelsin burada onlara derin hizmet verelim değildir. İnsanlar gelsin, makul fiyata acaip güzel şeyler yesinler. Daha doğrusu paketletip evlerine götürsünler. Ya da arasınlar, gönderelim. Ama unu tam un olsun, Balıkesir'deki bir su değirmeninden gelsin. Malzemenin hasını kullansın. Takar kafasına. Bir bakır semaverde çay kaynar durur. Gidip alırsınız çayınızı. Zaten hepi topu üç masa. Firuzağa Camii'ne bakan üç masa. Yok pardon dört. Hatta beş. Lahmacun da vardır burada. Bir de şu yandaki katıklı ekmek. Fırıncı küreklerinin üzerinde bir kağıt, üzerinde çıtır çıtır bir lahmacun. Yanında biraz salata. İsterseniz fırında, güveçte pişmiş ahtapot yiyebilirsiniz. Ahtapotlar Çanakkale'den. Ya da firik pilavı ya da güveçte kuru fasulye. Akşamdan fırının ılıklığında, kendi kendine pişmiş. Kerebiçler, kiliçeler. Kiliçe de ne diyeceksiniz? Süryanilerin Paskalya çöreği. Ama hikayesi olan bir çörek. Düğünde eşlerin "ekmeklerini paylaşma" dileğiyle sembolik olarak kırdığı bir çörek. Ya da işte öyle bir şey. Buranın adı Datlı Maya. Mayalanıp pişiyor ekmekler çörekler fırında. Ama önce Dilara'nın kafasında. Ve ben, şu anda buradayım. Fırından taze çıkmış bir katıklı ekmek yemişim, ekşisi kıvamında yayla çorbası içmişim. Mutfaktan sarımsak kokuları geliyor. Müzik daha değişmedi. Bakalım birazdan ne çıkacak? Offf lahmacunlar gelip duruyor fırından. Çıtır çıtır.

12 Aralık 2011

Bugün kuşlar kadar hafif ve özgür olmak istiyorum

Neden acaba? Neden kuşlar kadar hafif ve özgür olmak istiyorum? Ya siz? Siz de benim gibi düşünenlerden misiniz? Ülkenin, dünyanın gündemi, gidişatı, olup bitenler, çaresiz kaldığınız anlar, yaşamın anlamını, anlamsızlığını tartıp biçtiğiniz zamanlar... Kafanızda bu düşünceler mi gelip gidiyor bugünlerde? Uçmak, hafiflemek, özgürleşmek cazip mi geliyor size de? Ama uçamıyorsunuz değil mi? Gidemiyorsunuz. Uzaklaşamıyorsunuz. Özgürleşemiyorsunuz. Hiç değilse hafifleyebilirsiniz. Nasıl yapacaksınız? Ruhunuza neyin iyi geleceğini ben bilemem tabii. Onu ancak siz bilebilirsiniz ancak en azından baktığımda bile hafiflik hissiyle dolduğum bir salatanın fotoğrafıyla hem bedensel hem de zihinsel olarak hafiflemenize bir nebze olsun katkıda bulunabilirim diye düşündüm. Dilerim işe yarar. Hepsi birbirinden güzel, basit malzemeler. Sultani bezelye bulabilir misiniz bilmiyorum. Bizim pazarlarda görünmeye başladı bile zatı şahaneleri. O yoksa başka bir yeşili ekleyebilirsiniz salatanıza. Renk vermesi için. Bu salatadaki sultani bezelyeler neredeyse kendi buharında, bir kaç dakika haşlandı o kadar. Gerisi çiğ. Bir de çekirdeği hafiften kavurmuştum, yağsız tavada. Daha çıtır çıtır olsun diye. Dolabımda hep bulunur ayıklanmış çekirdek. Salatalara renk ve neşe kattığını düşünürüm. İşte gerisi de çubuklar halinde doğranmış havuç, içi kırmızı, dışı yeşil turp ve Antalya pazarlarında "alabaş" adıyla satılan "kohlrabi". Sosunu canınız nasıl çekerse öyle yapın. Üzerine ister çekirdek, ister susam, ister badem, fındık, ceviz, keyif sizin. İsterseniz listeye soya filizi ekleyin, incecik doğradığınız taze soğan serpeleyin. Ne bileyim işte, sizi hafifletecek bir dokunuş ekleyin hayata. Farzedin ki bu salata hayatın ta kendisi. Nasıl olmasını istiyorsanız o malzemeleri koyun içine.

09 Aralık 2011

Gökyüzü ve yolculuk

Ekim ayının ortalarında, iki çekim arası bir kaçamak yaptım. Öyle ucuzdu ki uçak bileti, dayanamadım. Ondan yani. Yoksa o yorgunluğun arasında akıllıca bir şey değilmiş, tüm seyahatler bitince anladım. O yolculuk da yanıma kar kaldı. Balkan ülkelerini hiç görmemiştim. O kadar dibimizde olmalarına rağmen. Uçakta yorgun ve sersem bir haldeydim ama bir yandan da ilk kez göreceğim yerlerin heyecanı vardı üzerimde. Yanda gördüğünüz fotoğraf o uçak yolculuğundan. Öyle muhteşem dağların üzerinden geçtik ve hava o kadar açıktı ki, dayanamadım onlarca fotoğraf çektim. O kıvrımlar, sıra sıra dağlar, tonlar ve dağlara vuran güneşin oluşturduğu mistik hava. Mucizevi bir manzara idi. İlk durağım olan Üsküp'te aslında hiç de Türkiye'den uzak olmadığımı farkettim. Bit Pazar denilen pazaryeri ilk duraklarımdan biri oldu. Daha doğrusu ikinci. İlki sabah kahvaltısı için gittiğim börekçi idi. Sokakta her an Türkçe konuşan birine rastlıyor ve en iyi börekçiyi sorup duruyordum. Tarif ettikleri yeri kolayca buldum. Böreği de Türkçe olarak sipariş ettim. Yanında ayran mı içersin dediler. Yüzümü buruşturdum. Neee sabah sabah ayran mııı? Aslında böreğin yanında ayran iyi gider ama işte sabahın bir saati olunca. Çay dedim. Çay yok dediler. O zaman sıcak su verebilirsiniz, yanımda çay var dedim ve poşeti sallandırdım fincanın içine. Garip bir histi. Hem uzaktaydım hem değildim. Hem yeniydi benim için o coğrafya hem değildi. Börek o yolculuktaki kurtarıcım olacaktı. Elbet başka şeyler de yiyecektim ama sabahları börekle güne başlamaktan dolayı mutluydum doğrusu. Sonraki günlerden birinde yediğim börekte biber turşusu vardı. Peynir ve biber turşusu. Güzel bir birliktelik. Kısa ama güzel bir yolculuktu. Sonunda eve dönememiş, yine yolculuğa devam etmiştim ya Balkanların üzerimdeki etkisi devam ediyordu. Hala da ediyor çünkü bugün o yolculukla ilgili bir yazıyı bitirmekle yükümlüyüm. Yani yeniden yaşıyorum o günleri. Ne güzel.

07 Aralık 2011

Kabak kabak ballı kabak

Dün Salı Pazarı'ndaydım. Aman bir güzeldi ki yine, sormayın. Girer girmez doldurmaya başladım pazar çantamı. İlk aldıklarım yerelması ve balkabağı. Fotoğraftakiler değil ama, pazarda böyle süslenmiş kabaklar yok. Bu zatı şahanelerini 2007 yılındaki New York seferinde çekmişim. Güzel bir balkabağı fotoğrafı ararken yüzlercesi arasından bunu bulup çıkardım. Tam Cadılar Bayramı öncesi olmalı ki sokaklar kabaklarla doluymuş. Ne şık ama değil mi? Bu sefer soyulmuş, dilimlenmişini aldım, eve gelince uğraşmayayım, doğrudan pişireyim diye. Tatlısı için almadım tabii. Çok özlediğim, geçen yıl neredeyse her hafta yapıp yediğim çorbası için. Kesin burada anlatmışımdır bu basit çorbayı. Bu sefer Gaziantep'ten aldığım kabuklu kırmızı mercimekle yaptım. Ölçmedim de. Bir çay fincanı kadar mercimek yetiyor. Yıkayıp koyun tencereye. Yarım kilo da ayıklanmış, dilimlenmiş balkabağı. Bir soğanı irice kesin. Suyunu ekleyin. Tuz, kırmızı biber, karabiber ve köri. Evet, köri bu çorbanın sihirli tılsımı. Başka bir boyuta taşıyor çorbayı. Sonra hepsi pişince blenderden geçirip azıcık sızma zeytinyağı ekliyorsunuz. Çok koyu olduysa biraz sulandırabilirsiniz tabii. Sonra da yanında bir dilim kızarmış ekmekle yiyorsunuz. Bu benim öğle ve akşam yemeğimdi dün. Bugün ne yiyeceğim? Ampul kabak ve nohut yemeği, karışık. Öğlen onu yerim, akşam yine çorbaya dönerim diyorum. Bugün iş çok. Çalışmam lazım. Yoksa bir tas salata yapmak fena olmazdı yanına...

05 Aralık 2011

Bu hafta Gaziantep'teyiz

Arada başka yazılar da yayınlamayı diledim. Gerçekten. Diledim dilemesine de çok özlediğim ev kahvaltısını yazmanın ötesine götüremedim. Bir de yorgunluğumu anlatmıştım değil mi? İnsanın yorucu geçen bir dönemden sonra hiç değilse bir günü tatil ilan edip dinlenebilmesi çok önemliymiş. Genelde yapardım ya bu sefer o tatil gününü geciktirdiğim için ne tam olarak tatil yapabildim ne de %100 işe verebildim kendimi. Öyle gelgitlerden sonra işbaşı yaptım. Kaçış yok çünkü artık. Zaten yeniden yola düşmemize sadece bir hafta kaldı. Bu süre içinde hem yeni bölümlerin hazırlığı, hem son çektiklerimizin metin yazarlığı, seslendirmesi, basın bültenleri, ayrıca dergi yazılarım derken bu hafta herhalde kendimi tamamen işe vermem gerekecek. Olsun. Şikayetim yok. Çok severek yapıyorum hepsini. Şükrederek, isteyerek. İşe mola verdim. Kısacık bir mola. İstedim ki size Gaziantep lezzetlerinden hiç değilse bir tanesini sunayım. Burada pek et görmeye alışkın değilsiniz biliyorum. O yüzden değişiklik yapayım dedim ve Gaziantep'in içli köftesini koydum. Bakalım bu haftaki bölümümüzü beğenecek misiniz? O kadar renkli oldu, o kadar güzel şeyler çektik ki, yönetmenimiz ve montaj sorumlumuz görüntü ayıklarken büyük zorluk çekecek sanırım. Ancak biliyorum ki, ortaya çok iştah açıcı bir bölüm çıkacak. İzlemek isteyenler için yayın gün ve saati: 7 Aralık 2011 Çarşamba 20:00. Kanal 24'te. (Diğer program fotoğrafları ve notlar için de sağ taraftaki program sayfasını tıklayabilirsiniz.)

29 Kasım 2011

Var mı ev kahvaltısı gibisi

Nasıl yorgunum anlatamam. Yatsam bir sekiz saat daha uyuyabilirim. Ama mutluyum. Zenginim. Hem de çok zenginim. Çünkü yine muhteşem insanlar tanıdım. Dostlarım ve bilgi dağarcığım benim en büyük zenginliğim. Bir de bu zenginliğe eklenen lezzetler var ki odam onlarla dolu. Antep'ten fıstık, salça, firik, pestil, pekmez; Urfa'dan kesme (köfter), pestil; Maraş'tan peynir, Maraş biberi, dondurma, çerezlik tarhana, cevizli sucuk, üzüm pestili (aslında köfter ama Maraş'ta pestil deniyor). Mutluluğumun bir diğer kısmı da eve varmış ve ev kahvaltısı yapmaktan. Evde son kalan (gitmeden almıştım) tarla domatesi, biber ve salatalığına bu haftaki bölümde izleyeceğiniz Ayşe'nin Çerkes peyniri ve Burhaniye'nin kırma zeytini eşlik etti. Bir de tabii taze zencefilli, kakule ve karanfilli çayım. Ayaklarımı uzattım. Bir yandan çayımı içiyor, bir yandan dinlenmeye çalışıyor, bir yandan da siz dostlarımla hasret gidermeye, açığı kapamaya çabalıyorum. Artık ne kadar becerebilirsem. Dilerim afiyettesinizdir, bir yaramazlık yoktur yuvanızda, hayatınızda?
*
Bu hafta yine çok renkli bir bölüm izleteceğiz size. Ben de heyecanla bekliyorum. Maşukiye ve Yanıkköy'de yaptık çekimlerini. Abaza ve Çerkes peynirleri mi, Japon elmaları mı, Çerkes yemekleri, el işleri, müzikleri mi... Bakalım beğenecek misiniz? Çarşamba 20:00'de, Kanal 24'te.

14 Kasım 2011

Bu hafta Kayseri'deyiz

Henüz iki gün önce hafiflemeye ahdettim dedikten sonra bloga tatlı fotoğrafı koymak da neyin nesi diyeceksiniz tabii. Siz de haklısınız. Vallahi çok güzeldi. Gerçekten. Ama ben sadece bir lokma ısırdım ucundan ve koştur koştur havaalanına. Facebook sayfamızda yazdığımda, "keşke paket yaptırsaymışsınız" dedi bir izleyicimiz. Hiç fena olmazdı doğrusu. Hele de onca telaşın üzerine uzun bir rötar yüzünden havaalanında tost yemek zorunda kalınca. (Oysa arkamızda bıraktığımız sofrada mantılar, şebitler, gül baklavası... of of!) Kayseri'den dönüşümüzün üzerinden epey zaman geçti. Bir sonraki çekim gezimizi de yaptık, hatta orada çektiğimiz bölümlerden biri de (Taraklı) bayramda yayınlandı. Sırada Kayseri bölümümüz var. Bu hafta Tak Sepeti Koluna'da Kayseri'nin renkli ve lezzetli mutfağıni izleyeceksiniz. Sadece yiyecekler değil, bu haftaki bölümde Talas'ta yeni açılan sarnıçlı yeraltı şehri, bir koleksiyonerin müzeye dönüştürdüğü evi, halı dokuyan Kayserili hanımlar ve Gesi Bağları'ndaki Gilaburu Festivali'nden enstantaneler de var.
Yanda fotoğrafı görülen tatlının adı "nevzine". İnternette Başkan Obama'ya bile sunulan (ben de yeni öğrendim) nevzine tatlısı ile ilgili pek çok bilgi var. Şimdilik sadece şerbetinde pekmez olduğunu ve çok lezzetli olduğunu söyleyeyim. Gerisini arzu ederseniz programda görebilirsiniz. Çarşamba 20:00'de, Kanal 24'te... (Televizyondan izleyemeyenler kanalın web sitesinden canlı olarak izleyebilirler.)

12 Kasım 2011

Rüzgar gibi

Tam rüzgar gibi geçti bayram tatili. Bir minik misafirimiz vardı, en kıymetlimiz. Günlerimiz onun peşinden koşmakla geçti. Küçük hanımı mutlu etmeye çalışmakla. Kah edebildik kah edemedik. Antalya'da çocukları mutlu edecek ne var ne yok tavaf ettik. Kum heykeller, deniz (yaaa, bu mevsimde yüzmek buralara has bir durum), hayvanat bahçesi, oyuncak müzesi (Sunay Akın'ın danışmanlığında kurulmuş bir oyuncak müzemiz var artık), bilumum çocuk parkı, tramvay gezisi... Veda ederken söz verdim kuzuma, bir dahaki gelişi için başka eğlenceler de bulacağım.
Şimdi yeniden hafifleme zamanı. Son zamanlarda beni ekranda ve canlı olarak gören herkes farkı farkediyor, "aaa sen hiç ekranda göründüğün gibi değilmişsin" diyor. Ne yazık ki ekran insanı en az 5 kilo fazla gösteriyor. Ha tabii bu demek değil ki fazla kilom yok, olmaz mı, var elbet. İşte şimdi onları vermeye -yeniden- başlama zamanı. Bu yazı için fotoğraf ararken yanda gördüğünüz salatayı buldum. Tarifini size verebilir miyim bilmiyorum. Versem yapabilir misiniz onu da bilmiyorum. Yeşil Papaya Salatası bu. Tayland'ın en sevilen salatalarından. Yapabilir misiniz demem yeşil papaya bulup bulamayacağınızı bilemediğimden. Ben bulabilirim belki, ne de olsa Antalya'ya çok yakın bir yerde yetiştiren birini biliyorum ama ya siz? Tropik meyvelerin satıldığı ülkelerden birinde yaşıyorsanız yukarıda verdiğim linkteki tarife bakarak deneyebilirsiniz. Çok lezzetli bir salata. Evvelki yıl Tayland'da bol bol yediğim salatayı geçen baharda NY'daki bir Tayland restoranında sipariş etmiş ve büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. Ya malzemeden ya da şişirildiğinden, öyle aman aman bir tadı yoktu. Chiang Mai'deki bir gece pazarında, anne, baba ve ufak kızdan oluşan ailenin elinden yediğimin tadını anımsıyorum. Daha doğrusu o tadı hiç unutmadım. Yeşil papayanın taze tadı, kurutulmuş karidesin yoğunluğu, yer fıstığının çıtırlığı, misket limonunun ferahlığı, taze fasulye ve domatesin kattığı tat... Hepsi biraraya gelmiş ve müthiş bir birliktelik oluşturmuştu. Olsa şu anda, yine yerdim, büyük keyifle.

04 Kasım 2011

İyi dilekler

Bugün size bir hayalkırıklığımı anlatayım dedim. Taksim The Marmara Oteli'nin yeni açılan pastanesinden görüntüsü muhteşem olan (fotoğraftaki) bir pasta aldım. Neli dedim. Frambuazlı dediler. İnsan frambuazlı pastadan ne bekler? İçinde frambuaz (ya da daha çok sevdiğim adıyla ahududu) olmasını bekler değil mi? Oysa bunun içinde bir tür marmelat var. Ya da meyve suyunun nişastayla pişmiş hali belki. Rengi kırmızı ama meyve herhangi bir meyve olabilir. Hatta kutulardaki meyve suları veya meyve konsantresinin su ve şekerle karıştırılmış hali bile olabilir. Fotoğrafı çekerken başka şeyler yazmayı düşünmüştüm. Şu güzelliğe bakın, işte bu güzelle kutlayayım bayramınızı diyecektim. Bayram, hele de Kurban Bayramı bende hep karmaşık hisler yaratmıştır. O yüzden sevinçle mi acıyla mı karşılayacağımı bilemem. Belki ailemizde büyük bir bayram geleneği olmadığından, belki otobur beslenmeyi tercih ettiğimden. Ancak bu bayram başka çünkü evimizde en büyük misafirimizi, Maya'yı ağırlayacağız. Annem günler öncesinden yaptı hazırlıklarını. Maya'nın sevdiği yemekler hazırlandı, hediyeleri hazırlandı. Eh ondan kıymetli misafir olabilir mi? Ben henüz eve vasıl olamadım. Dün gece uyumaya çalışırken hesapladım, 27 günde 17 ayrı şehirde uyumuşum. Bu süre içinde 4 ülke gezmişim, üzerine bir de 6 bölüm çekmişiz. Beş aydır uzak kaldığım Antalya'ya dönüş heyecanı günler öncesinden başlamıştı. Şimdi dorukta. Bu gece yatağımda uyuyacağım. Madem bu kadar keyfim yerinde, pastanın yarattığı hayalkırıklığını boşverip pencereden giren güneşin ve çayımın, bir de nicedir doğru dürüst zaman ayıramadığım blogumla ve komşularımla hoşbeşin tadını çıkarayım. Hepinize iyi bayramlar. Bu bayramda Tak Sepeti Koluna ekibi olarak evlerinize Taraklı'dan konuk olacağız. İzlemek isteyenleri bayram sohbetleriyle ve tabii bayram baklavasıyla (elbette sürprizlerimiz de olacak) 9 Kasım Çarşamba akşamı 20:00'de Kanal 24 ekranlarına bekliyoruz. İyi bayramlar!

02 Kasım 2011

Bu hafta Kapadokya'dayız

Bu akşam 20:00'de, Kanal 24'te... Televizyondan izleyemeyenler için kanalın web sitesi: www.yirmidort.tv (Yayın saatinde canlı olarak bu adresten izlenebilir.)
Kapadokya'nın yerden, gökyüzünden, dağdan, bayırdan manzaraları, güzeller güzehttp://www.blogger.com/img/blank.gifli insanları, yemekleri... Bu haftaki bölümümüz çok renkli. İyi seyirler!

30 Ekim 2011

Bu hafta Niğde'deyiz

Sevgili dostlar, komşular,
Kaç günlerdir yazamamışım, affedin. Niğde, Kapadokya ve Kayseri çekimlerimizi bitirip döndükten sonra 9 günlük bir geziye daha çıktım. Bu sefer kendim içindi (veya bir ön gezi diyelim). Geldim yine çekimler için yola çıktık. Dolayısıyla bir türlü fırsat bulamadım. Haftasonu kısmetse Antalya'ya varacağım. Gerçi bayram gelmiş olacak, olsun, yine de bir şeyler yazabileceğim. Anlatacaklarım olacaktır elbet. Şimdi çekime gidiyoruz ama bu akşam Niğde bölümümüzün tekrarı olduğunu hatırlatayım istedim. Niğde bağları olağanüstü güzeldi. Gelin birlikte gezelim, muhteşem Niğde yemeklerini birlikte
tadalım. 19:15'te, Kanal 24'te (televizyondan izleyemeyenler kanalın web sitesinden de izleyebilir hatırlatayım). Ayrıca önceki bölümler de yanda linki olak facebook sayfamızda, onları izlemek isterseniz bilginize sunmuş olayım. Çok güzel çok renkli çok umutlu bir gün diliyorum. Biliyorum zor zamanlar, kızgın, üzgün, acılı, öfkeliyiz ama biz yine de güzele, iyiye, umuda yoğunlaşalım ne dersiniz?

12 Ekim 2011

Bu hafta İğneada'dayız

Bu seferlik resimsiz olsa olur mu? Sadece bilgi için: Tak Sepeti Koluna bu akşam İğneada bölümüyle ekranda olacak. Kanal 24'te, 20:00'de. Her zaman olduğu gibi isteyenler yayın saatinde kanalın web sitesinden (www.yirmidort.tv) canlı olarak izleyebilirler. Muhteşem Yüzyıl izleyicileri ekran karşısına yarım saat erken otururlarsa bizim programı da keyifle izleyip sonra dizilerine geçebilirler. Bildiğim kadarıyla dizi program bittikten sonra başlıyor (bir değişiklik olmadı ise). Program tekrarı pazar 19:15'te. Anadolu'nun muhteşem güzellikte bağlarından güneşli ama rüzgarlı selamlar olsun tüm blog okuru dostlarıma!

10 Ekim 2011

Yarım saatiniz varsa huzur için

Değilsinizdir ya farzedelim ki Taksim'desiniz. Yarım saatçik vaktiniz var. Hava gri mi gri. Yağmur yağıyor. Gökten boşanırcasına olmasa da ince ince. O insanı sinir eden yağmurlardan. Biraz huzur istiyorsunuz ama dedim ya Taksim'desiniz. O kargaşada, o insan selinde, trafik keşmekeşinde delirmek veya bangır bangır müziklerin çaldığı bir yere gitmek tabii sizin tercihiniz olabilir. Ben bu durumda isem, tercihimi Cafe Bunka'dan yana kullanırım. Her zaman. Hoş son iki gidişimde şu hayalini kurduğum, ipeksi tadıyla keyiften keyfe dalgalandığım yeşil çaylı profiterol olmuyor. Aynı hayal kırıklığını yaşıyorum. İster istemez bir "yaaa" çıkıyor ağzımdan. Tüh diyorum, ben de onun için gelmiştim. Hoş başka şeyler de buluyorum ama işte o yeşil çaylı profiterolü başka yerde bulmak mümkün değil. Kör talih deyip yine de huzur duyuyorum orada bulunmaktan. Dedim ya, hava gri, yağmur var. Griliği dışarıya hapsedip ben kendimi Japon kültürünün zerafetine bırakıyorum. Oh be var mı huzur gibisi. Orada bir de çok sevdiğim "genmai cha" var, yani patlak pirinçli çay. Benden söylemesi!

07 Ekim 2011

Hayat

Bugün içimden çok mutlu bir yazı yazmak geldi. Yazayım diye oturdum. Ne olacağını bilmiyordum henüz. Önce bir fotoğraf seçeyim dedim. Karşıma İğneada fotoğrafları çıktı ve bu fotoğrafa takıldım. Aslında basit bir fotoğraf gibi görünüyor biliyorum ama bu fotoğrafta bir yaşam felsefesi var. Her bakışımda o güne, o ana gidiyorum. Zevki amca İğneadalı bir balcı. Yanına gittiğimizde neden geldiniz diye sordu. Dedim Dilek hanım mutlaka git tanış dedi, onun için geldik. Zevki amca dünyanın en güzel yerlerinden birinde yaşıyor. Bahçesi ormanlarla çevrili. Öyle kocaman bir gökyüzü var ki tepesinde, onu sarıp sarmalıyor, koruyor. Kovanları var orada. Arıcıların giydiği koruyucu giysiden var ama o ihtiyaç duymuyor. Arıları rahatsız etmezsen onlar da seni etmez diyor. Yavaşçacık açıyor kovanın örtüsünü. Arılar vızır vızı çalışıyor, petekleri doldurmak için. Yumuşak hareketlerle çıkarıyor, gösteriyor. Bak daha dolmadı bunlar diye. Sonra anlatıyor oradaki balın farkını. Bize bir bal tattırıyor. 1996 yılının balı. Sanki bütün evrenin tatlarını barındırıyor içinde. Öyle yoğun. İnsan ondan bir lokma alsa sanki bedeni şifaların en büyüğüyle paklanacakmış gibi geliyor. Şimdi masamda oturmuş gülümsüyorum. Aklıma Zevki amcanın anlattıkları geliyor. Orada hissettiğim dinginlik, temizlik, arılık. Ona minnet duyuyorum. Bana çok önemli bir hayat dersi verdiği için. Size de verecek, dinlerseniz. Haftaya çarşamba günü, 20:00'de. Ben bugün masaya başka bir şey yazmak için oturdum ama bu yazıcık yazdırdı kendini. Tarif borcum olsun. Ben size bir tutam hayat vermiş olayım bugün.

04 Ekim 2011

Kayserili dostlar, yardımınıza ihtiyacım var!

Ektir: Kayseri için sizlerin de yardımıyla pek çok bilgi geldi. Yardım çağrıma yanıt veren tüm dostlara çok çok teşekkürler. Dilerim size güzel bir bölüm izletebiliriz.
*
Sevgili Kayserili blog komşularım, okurlar, dostlar. Önümüzdeki haftalarda Kayseri'de çekim yapıyor olacağız. Kayseri ile ilgili bize yardımcı olabilecek birileri var mıdır acaba aranızda? Şimdiden çok çok teşekkürler.

03 Ekim 2011

Bu hafta Edirne'deyiz

Yeni yayın döneminde Tak Sepeti Koluna çarşamba günleri 20:00'de yayınlanacak. Tekrarı yine pazar günleri 19:15'te. Televizyondan izleyemeyenler yayın saatinde canlı olarak www.yirmidort.tv adresinden izleyebilirler.
*
Arkadaşlar aranızda Kayserili olan veya Kayseri'de yaşayan var mı acaba? Çekimlerle ilgili yardımını rica edeceğim. Bana yazabilir mi? (Yorum olarak yazabilirsiniz, e-posta adresi olursa yayınlamam.) Çok teşekkürler!

Biliyorum bu aralar tarif yayınlayamıyorum. Pazar gezilerimi de pek anlatamıyorum. Biliyorsunuz işte, bir koşturmacadır gidiyor. Mutlu muyum? Evet yorgun ama çok mutluyum. Beş yıllık yıpranıştan, içe dönüş ve ruhun karanlığından çıkış dönemi bu benim için. Doğru bildiğimi, iyiyi, güzeli, gerçek olanı anlatma fırsatı. Sulu sepken televizyon programları arasından sıyrılma şansımız var mı bilmiyorum ama bu toprakların gerçek emekçilerini, ustalarını, güzel insanlarını tanıtma şansı. Bir yandan da inanılmaz öğretici bir şey. Her an, ama her an öğreniyorsunuz. Bundan güzel ne var ki dünyada. Programı izleyen tanıdık tanımadık dost yüreklerin sevgisi, yüreklendirici sözleri nasıl merhem oluyor kalbime anlatamam. Edirne'deyiz. Arkadaşlarımız meydanda genel görüntüleri çekerken ben bir banka oturmuşum. Yanımda bir hanım var. Ona Edirne lezzetlerine dair bir kaç soru sormuşum. Hanım bana bakıp, siz Edirneli misiniz bir yerden tanıyor gibiyim dedi. Bilmem, belki programımızı izliyorsunuzdur dedim. Ah evet tabii dedi, çok seviyorum programınızı. Sonra şöyle bir yorum yaptı: "Sesiniz çok yumuşak ve dinlendirici." O sözü unutmam mümkün değil. Sanki ödül kazanmışım, öylesine mutlu oldum. Yorucu geçen bir günden sonra birilerini dinlendirebilmek veya ruhu üşüyen birini bir nebze olsun ısıtabilmek ne büyük onur.
*
Sizin Edirnenizin renkleri neler? Nesini seversiniz? Belki hiç gitmediniz Edirne'ye. Gitmediyseniz, görmediyseniz büyük kayıp. Hele de İstanbul'da yaşıyorsanız ve Edirne'yi hala görmediyseniz çok ayıp. İlk fırsatta bir haftasonu ziyaret edin. Biz sevgili Özlem'in önerisiyle Efe Otel'de kaldık. Türkiye'de ve başka ülkelerde pek çok otelde kaldım. Kiminden mutlu ayrıldım kiminden bir daha mı asla diyerek. Efe Otel'den ayrılırken, "sahibi ve çalışanları otelde konaklamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyor ve otel müşterisinin isteklerinin farkında," diye düşündüm. Zaten onların da sloganı, "kim demiş insanın evi gibisi yok diye." Hiç de haksız değiller. Efe Otel'de ben ev konforu buldum.
Her yerde olduğu gibi yine güzel insanlar tanıdık Edirne'de ancak bu sefer çok arzu ettiğim bazı şeyleri gerçekleştirme fırsatı bulamadım. Kentin geleneksel evlerinin bulunduğu Karaağaç mahallesindeki bir evin bahçesinde hanımlarla yemek sohbeti yapalım istiyordum mesela. Olmadı. Çok uğraştım ama bu isteğimi kabul edecek birilerini bulamadım. Bir de Edirne'nin ünlü iki lezzeti tava ciğer ve badem ezmesinin dışındaki lezzetlerini tanıtalım istiyordum. Bir şeyler buldum yine de ama onlardan kaçış mümkün olamadı. Benim için söyleşi yaptığımız herkes özel elbet ama Edirne bölümünde özellikle hatırlayacaklarım bize fotoğrafta gördüğünüz meyve sabunlarının yapımını gösteren Sürücüimiş ailesinin hanımları ile maket fayton yapımını anlatan Özcan Abacı. Özcan beyle sanayi bölgesindeki ahşap atölyesinde buluştuk. Onun dinginliği bana da yansıdı. Yaptığı işe öylesine aşık ki, ona saygı duymaktan başka bir şey düşünemiyorsunuz. Edirne bölümümüz 5 Ekim çarşamba 20:00'de Kanal 24'te. Bakalım izledikten sonra siz de benim hissettiklerimi hissedecek misiniz?

Bir söyleşi

Halkbilimci memleketlim Ergün Veren'le yaptığımız söyleşi Bir Harf adlı sitede yayınlandı. Ergün beye beni bu söyleşiye layık bulduğu için teşekkürler:
http://www.birharf.net/e107_plugins/content/content.php?content.106

28 Eylül 2011

Bu hafta Kırklareli'deyiz

Son 8 gündür öyle hızlı gitmişim ki, ruhum bu hızın altında ezilmiş. Yarım saatliğine de olsa güneşin altında yatıp dinlenmek, ruhumla bedenim arasındaki dengeyi yeniden kurmak istedim. Bir yandan uzanmış yatarken, beynimin içinde hareket devam ediyordu. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum sanki bir yere yetişmem gerekiyormuş gibi. Oysa kendime hiç değilse bir kaç saatlik bir mola vermiştim hayattan. Sakinlemek istiyordum ya sanki yine yoldaydım, gidiyordum. Dün hayatımın ilginç günlerinden biri oldu. Sabah Limanköyevi'nde, zarif ve sade odamda uyanmış, Okan ve Sermin'in (ardından ekibe katılan Okan'ın eşi Özge'nin) hazırladığı nefis kahvaltıyla güne başlamıştım. Valizleri toplayıp arabaya yerleştirdikten sonra son kalan çekimlerimizi yapmak için yola koyulmuştuk. Limanköy iskele, İğneada sahil, Mert gölü, Longoz ormanları derken işimizi bitirip yola düştük. Acilen İstanbul'a gelinmesi gerekiyordu çünkü hem yakalanacak bir uçağım hem de seslendirmem gereken bir bölüm vardı. Poyralı, Vize, Saray, Çorlu, Silivri derken yolun son kısmını trafik nedeniyle ağır ağır giderek kanala vardık. Seslendirmemi yapıp valizimi kaptım. Sağolsun harika bir şöföre denk geldim, bir saatte ulaştırdı beni Sabiha Gökçen'e. Sekiz günde 4 ayrı yatakta uyuduktan sonra yatağıma kavuşmak bir güzel geldi ki. Sonrası işte sakinlemeye çalışırken debelenmeler, acil işler, biraz nefes almaya çalışmak...
Bu hafta size yine eğlenceli ve dilerim ki bilgilendirici bir bölüm izleteceğiz. Kırklareli'ndeyiz (ekteki "n" harfini koymalı mı koymamalı mı bir türlü karar veremedim). Bakalım beğenecek misiniz? 30 Eylül cuma 21:00'de, Kanal 24'te. Televizyondan izleyemeyenler kanalın web sitesinden yayın saatinde izleyebilirler. Her ikisini de yapamayanlar 2 Ekim pazar 19:15'teki tekrarı izlemeye çalışabilirler (her iki şekilde de olabilir).

22 Eylül 2011

Bu hafta Alaçatı'dayız

Evet bu hafta Alaçatı'dayız ve bambaşka renklerle çıkıyoruz karşınıza. Bu renklerin en renklisi tabii ki Maria'nın Bahçesi'nde geçirdiğimiz saatler. Siz programda belki beş dakika olarak göreceksiniz ya da biraz daha uzun ama biz epey bir zaman geçirdik Maria'nın Bahçesi'nde. Çok da keyif aldık. Gökçen beyin şarkıları, şık sunumları, Maria'nın neşeli sohbeti ve o muhteşem lezzetler. Mesela bu fotoğrafta gördüğünüz ekmek. İçinde kabak çiçeği var. Maria'nın yaratıcılığı işte. Kabak çiçeklerini değerlendirmenin binbir yolunu bulmuş çılgın ve tatlı kadın! Epeydir pazar gezisi yapmamıştık, bu hafta pazar ziyareti de var. Alaçatı çekimlerimizden bazı fotoğrafları yanda linki olan facebook sayfamıza ekledim. Fotoğrafın üzerine tıklarsanız göreceksiniz. Eski bölümlerimiz de hızla yükleniyor facebook sayfasına, izlemek isteyenleri sayfamıza bekleriz. Alaçatı bölümü tüm renkleri ve sürprizleriyle 23 Eylül Cuma 21:00'de, Kanal 24'te.

18 Eylül 2011

Yine kolayın kolayı...

Ben bu karışımı böylece de yiyebilirdim. Yanında iki dilim kızarmış ekmeğim olsa, üzerine koyar pek de keyif alırdım kendisinden. Alınmayacak gibi de değil ki. Lor güzel, biber güzel, maydanoz güzel. Aslında bizim bahçenin maydanozu olsa daha iyiydi ya bu sene bir hata oldu, maydanozlarla rokalar yatak değiştirince rokalar çıktı da bolca, maydanozlar otların istilasına boyun eğdi. Eh ben de yokum ki evde, teker teker yolayım o otları. Bir kaç kere yaptım yapmasına ya sonra teslim oldum. Maydanozsuz kaldık yani bu yıl. Pazara talim. Bu üçlüyü niye hazırladıma döneyim ben en iyisi, son pişmanlık fayda etmez, neredeyse Antalya'ya dönme zamanı gelmiş, bu saatten sonra maydanoz lakırdısı yapmanın ne alemi var değil mi ama. Ben bu üçlüyü annemin ekstradan aldığı yufkayı değerlendirmek için hazırladım. Bilirsiniz işte, gözleme yapmak için. Yufkayı dört eşit parçaya böldüm, ortalarına bolca koydum harçtan. Zarf gibi kapattım desem anlaşılır mı? Yok öyle dememeli. Karşılıklı iki tarafı harcın üzerine kapattıktan sonra öte tarafın birini üste birini alta kıvırıp yağladıktan sonra teker teker, arada alt üst ederek, her seferinde biraz zeytinyağı sürerek pişirdim. O ilk pişmiş hali çıtır çıtır olur olur gözlemenin. Sıcaktır. Diliniz yana yana yersiniz. Bir kere başladınız mı dur durak yoktur artık. Başladığınız hızla bitirirsiniz tabağınızdaki gözlemeyi. Yanına da çay lazım tabii. Çaysız gözleme olur mu hiç?

15 Eylül 2011

Bu hafta Kuşadası'ndayız

Program tekrarının pazar 19:15'te olduğunu söyledim ama bu hafta basketbol turnuvası yayını nedeniyle pazar tekrarı yokmuş. Sadece pazartesiyi salıya bağlayan gece 04:15'te bir tekrarı var!

Bu hafta pek keyifliyim. Sizi Kuşadası'na götürüyorum. Belki bilmediğiniz yer değil. Belki defalarca gördünüz Kuşadası'nı ama eminim başka bir gözle gördünüz. Bir de benim gözümle bakın isterim, sizi sevdiğim insanlarla tanıştıracağım. Programda da duyacağınız gibi, Kuşadası'na gidiş nedenim Gürsel Tonbul. Yolu Kuşadası'na düşmüş olanlar muhtemelen Değirmen'de bir yemek yemiş, çiftlikteki hayvanları görmüşlerdir ama bir de Yerlim ürünlerinin üretildiği asıl çiftlik var, o farklı bir yerde. İşte biz oraya gittik, hummalı bir çalışmanın ortasına düştük. Sonra bir de su değirmeninde un öğüttük, o unlarla yapılan ekmekleri gördük, tattık. Kuşadası'ndaki çekimlerimizi bitirdikten sonra Kirazlı'yı ziyaret ettik aman ne güzel ne güzel. Gürsel hanım sağolsun, bizi harika insanlarla buluşturdu. Neler yaptık neler köyde. Anlatırdım ama o zaman izlemenin keyfi kalmaz. Bir de Bahtiyar amca var, o da günün sürprizi olsun. Ama fotoğrafı da söylemeli, o da Oleatrium'dan, çok, ama çok özel bir yerden. Program yine cuma akşamı 21:00'de, tekrarı pazar 19:15'te, Kanal 24'te. (Unutmadan, Facebook üyesi arkadaşlar eski bölümleri yanda linki olan (sepetin üzerine tıklayın) Facebook sayfamızdan izleyebilirler. Tunahan son olarak Ayvalık, Kazdağı ve Bozcaada bölümlerimizi yükledi!)

12 Eylül 2011

Dolma tenceresi değil çıfıt çarşısı mübarek

"Çıfıt çarşısı" lafını pek severim. Sık kullandığımdan değil ama severim işte ne bileyim. Eğlenceli gelir. Fotoğrafta gördüğünüz duruma ise %100 uyduğunu düşünüyorum, bilmem siz ne dersiniz? Anlatayım. Bu sitenin okurları benim tek tencerede birden fazla yemek yapma alışkanlığımı bilirler. Bu özellikle dolma günlerinde olur. En özellikle de "çiğden" dolma yaparken. Çiğden dolmayı, kulakları çınlasın, Müfide teyzeden (nam-ı diğer Minik) öğrenmiştim. Pek severim. Hem kolay hem lezizdir. Bu sefer maydanozumuz olmadığından çeşitlendirmek için dolapta beklemekten yorulan havuçları kullanayım istedim. Harcı rendelenmiş domates, soğan, havuç, pirinç, kuru nane, tuz, karabiber ve zeytinyağından oluşuyor. Fatma'yla Burhan'ın biberleri bir güzel doldurdum, üzerlerini de yeşil gözlü Yörük gelinin domatesleriyle kapladım. Biberler tencereyi doldurmadı. Hoş doldursalar da ben zaten aralara bir şeyler koymayı düşünüyordum, her zaman olduğu gibi. Havuçların kalanlarını biber aralarına doğradım. Ortada kalan boşluğa da bahçenin tek patlıcanını (annem geçen gün kalanları toplayıp pişirmişti) doğradım, üzerine kamber (veya domates biberi) biberlerden doğradım. Biraz da sarımsak. Aslında domates ve soğan da koyarak tam bir yemeğe dönüştürebilirdim ya üşendim. Bir an önce de pişsin istiyordum zaten. Açtım. Tencereye biraz daha yağ, tuz ve su koyup kapağını kapattım. Sonuçta ortaya normal bir dolmadan daha lezzetli bir dolma ve normal bir sebze kavurmasından daha lezzetli bir ikinci yemek çıktı. Güzelce pişmiş havuçlar da işin "bonus"u oldu biraz. İşte o yüzden de çıfıt çarşısına döndü fotoğraftaki tencere. Beni de pek eğlendirdi.

08 Eylül 2011

Bu hafta Çeşme'deyiz

Esra "bu hafta neredesiniz?" diye sorunca ah dedim daha yazmadım. Facebook sayfamızı düzenli olarak güncellediğim için bazen sanki herkes oradan gelişmeleri görebilirmiş gibi geliyor. Oysa Facebook kullanmayan pek çok kişi var. Lafı uzatmadan sizi Çeşme'yle tanıştırayım, benim Çeşmemle. Çok eski bir birlikteliğimiz var mı Çeşme'yle? Aslında hem var hem yok. 1990'larda eş nedeniyle Çeşme'de kaldığım zamanlar olmuştu ya mesela yarın akşam programda izleyeceğiniz Rumeli Pastanesi ve İmren Lokantası ile o dönemde tanışmamıştım. Oysa ikisi de Çeşme'nin eski lezzet ustalarından. Yarın kuruluş hikayesini dinleyeceğiniz Kumrucu Hüseyin'i ise biliyordum. O leziz kumrulardan (bilmeyenler için kumru bir tür sandviç) yemişliğim vardı. Programda başka ne var? Süzan teyze var, "sandalye market"in biricik güzeli Leyla teyze var. Başka şeyler de var tabii ya onlar sürpriz olsun. Programın ilk gösterimi yine Cuma 21:00'de, Kanal 24'te. (Not: Geçen haftaki programda kanaldaki e-posta adresimize yazan 1, 50 ve 100. kişilere birer adet imzalı Mutfaktaki Yaban armağan edeceğimi söylemiştim. Şansınız hala devam ediyor. Tek yapmanız gereken şey taksepetikoluna@yirmidort.tv adresine yazıp sonraki bölümlerde bizi nerelerde görmek istediğinizi söylemeniz. Tabii oralarda hangi konulara değinmemizi ve nelere ağırlık vermemizi istediğinizi, ayrıca program ile ilgili -varsa- görüş ve önerilerinizi de yazarsanız çok sevinirim. Adresinizi de yazarsanız iyi olur ama yazmasanız da nasılsa kitabı kazanan kişilere sorduğum için kazandıysanız size de yazıp sorarım. İyi şanslar!)
(Fotoğraftaki ise Kumrucu Hüseyin'de tattığımız ünlü İzmir lezzeti boyoz ve onunla servis edilen fırında, susuz olarak pişirilen yumurta)

04 Eylül 2011

Salça yapmak

Yarın alacaktım salça malzemelerini. Pazar çantama doldurup getirecek, yıkayıp, ayıklayıp doğrayacak, kaynatıp hazır edecektim ya başlayan rüzgar kulağıma bir şey fısıldadı: "dolapta malzemen var başlasana bugünden." Gerçekten de vardı. Önceki haftadan domatesler, biberler. Bir tencere salça kaynatabilirdim hiç değilse. Kaynattığımı güneşle buluşturur, suyunu çektirmeye başlayabilirdim. Kolları sıvadım diyecektim ki bu sıcakta kol sıvamaya gerek olmadığını hatırladım. Yıkadım ne varsa, irice doğrayıp tencereye doldurdum, üzerine de kaya tuzu. Belli bir ölçüsü yok domatesle biberin. Mümkünse yarı yarıya, ya da hangisinin tadı baskın olsun istiyorsanız onu fazla koyarak. Kabuğuyla falan doğranıyor yani, uğraşmaya gerek yok. Ezilecek kıvama geldiğinde de el blenderiyle püre haline getirilecek. Bir dakikanızı alacak bir iş. Sonra yayvan bir kaba aldığınız salçanızın üzerini bir tülbentle kapatın. Ben önce fırının telini koyuyorum, tülbent salçanın içine girmesin diye. Güneşe çıkarınca da gün içinde 3-4 kere karıştırıp üzerinin kaymak bağlamamasını sağlarsanız daha ne olsun. Üç dört gün sonra bu bir tencere malzemeden 2 orta boy kavanoz (veya 1.5) salçam olacak. Maliyeti en fazla 5 lira. Tabii Burhaniye fiyatlarıyla çünkü geçen hafta pazarda etli salçalık biberin kilosu 2, salçalık domatesin kilosu 0.5 liraydı. (Pişirme ve tuz maliyetini eklemedim, onlar da çok yüksek değil.)

02 Eylül 2011

Bu hafta Urla'dayız

Bu haftaki bölümümüzde yine birbirinden güzel ve farklı konular var. Urla gezimizi her yıl Ağustos ayının ortalarında (ki bu gelenek Urla'da yüzlerce yıldır sürüyor) düzenlenen Bağbozumu Şenliği'ne denk getirdik. Şenlik iki gün sürüyor. Bir günü Urla'nın eski pazaryeri olan Malgaca Pazarı'nda yapılıyor. O gün üzümler geleneksel yöntemlerle sıkılıyor ve şırası konuklara ikram ediliyor. En iyi üzüm ve yerel ürün yetiştiricilerine
ödüller veriliyor. Biz de o gün şenliğin neşesine ortak olduk, şenliğe katılan üreticilerle sohbet ettik. Şenlikte tattığımız "külür" ekmeğinin peşine düştük sonra. Urlalı Serap hanım eskiden Kurban bayramlarının olmazsa olmaz lezzetlerinden külür ekmeğini hazırladı bizler için. Yine Urla'nın eski ailelerinden Kıpkıplardan Türkan teyze geleneksel bir Urla yemeği pişirdi: "Domat Aşı". Pelin Omuroğlu'nun çiftliğinde halis keçi peyniri ve organik çiftlik ürünleriyle muhteşem bir kahvaltı
yaptık, Urla Müzik Akademisi'nde kulaklarımızın pasını sildik ve antik çağlarda Ege'nin iki kıyısı arasında çalışan Kiklat kayıkları hakkında bilgi aldık. Urla'nın Özbek köyü kadınları cuma ve pazar günleri köy meydanında el emeği ürünlerini satıyorlar. Onlarla sohbet ettik. Bir de "kanto"ya katıldık. Kanto ne mi ola? Eh onu da programda izleyin. Bu hafta yine dolu dolu bir 35 dakika vaad ediyoruz
izleyenlere ve programın sonuna kadar izlemenizi öneriyoruz çünkü program sonunda izleyicilerimize bir sürprizim var.
Tak Sepeti Koluna bugün (2 Eylül Cuma) 21:00'de Kanal 24'te. Tekrarları aynı gece 01:10 ve cumartesi 20:20'de. Televizyondan izleyemeyecek olan izleyicilerimiz yayın saatinde kanalın web sitesinden canlı olarak izleyebilirler:
www.yirmidort.tv
Her zamanki gibi görüş ve önerilerinizi bize taksepetikoluna@yirmidort.tv adresinden yazabileceğinizi belirteyim (zaten bu hafta yazmak için özel nedenleriniz de olacak!?!?) Eski bölümleri izlemek, programla ilgili fotoğrafları görmek ve ayrıntılı bilgi almak için facebook sayfamızı ziyaret edebilirsiniz:
https://www.facebook.com/taksepeti
Gecikmiş olsa da iyi bayramlar!

26 Ağustos 2011

Bu hafta Bozcaada'dayız

Bu haftaki bölümümüzden cımbızla çekeceğim bir kaç konudan bahsedeceğim. Bozcaada bölümünde ön plana çıkan konulardan biri -en baştaki belki-"şirden" mayasıyla yapılan keçi peyniri. Adada -bildiğim kadarıyla- sadece Selahattin Balcı'nın yaptığı geleneksel mayalı peynir öyle başka bir lezzette ki. Keçilerine gözü gibi bakıyor Selahattin amca. O yüzden de verimi yüksek. İyi süt alıyor ve o sütleri oğlak şirdeniyle mayalıyor, peynire dönüştürüyor. Nasıl yapıldığını öğrenmek isterseniz sizi bu akşam (26 Ağustos Cuma) 21:00'de Kanal 24 ekranına bekliyoruz. Programın tekrarı cumartesi günü 20:20'de. Diğer bir konu da aslında yine "kaybolan" tatlardan. Bu seferki bir lezzet değil dostluk. Size dört emekli öğretmenin dostluk hikayesini anlatacağız.Çocukluklarından beri birlikte olan, içtikleri su ayrı gitmeyen, acısıyla tatlısıyla yaşamı paylaşan dört kadın. 4 Hanımeli'nin ortakları. Adalı dört kadın onlar aynı zamanda ve 4 Hanımeli'nde sadece ada yemekleri sunuyorlar. Mönüleri zengin değil, sadece ada mantısı, zeytinyağlı ve etli yaprak sarma (100 yıl önce nasıl yapılıyorsa bugün de öyle yapıyoruz diyorlar) ve mafiş tatlısı. Hepsi bu. Başka konular da var tabii. Çavuş üzümü üzerine grup üyelerimizden Öngün Sanlı ve adalı üretici birliğinin başkanı Mustafa Kırlı ile yaptığımız söyleşi var, Ümit Hamlacıbaşı ile ada mutfağı ve yemekleri üzerine söyleşimiz var, Türkiye'de örneğine az rastlanan Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi gezisi var, Ayazma Panayırı var...
Bekleriz.
(Not: Tire bölümümüz de Facebook sayfasına yüklendi. Izlemek isteyenler için:
https://www.facebook.com/taksepeti)

24 Ağustos 2011

Var mı ev gibisi

Tak Sepeti Koluna hayatımı öyle bir değiştirdi ki burada anlatmakta zorlanırım gibi geliyor. Yaşama sevincim, heyecanım geri geldi. Öğrenme aşkım depreşti. Her yeni insan, her yeni konu bir başka sevindiriyor beni. İçim ürperiyor bazen o insanları düşününce. Sevgiden. Onları korumak, kollamak istiyorum. Pala'yı, Leyla teyzeyi, Türkan teyzeyi, İlhan'ı, Bibileri, Mustafa abiyi, eşi Kıymet'i, Şükran hanımı, Filiz hanımı, Cahit amcayı, Selahattin amcayı... Tattığım yiyecekleri, bağlarda bahçelerde gördüğüm sebzeyi, meyveyi, üç kuşaktır, beş kuşaktır sürdürülen gelenekleri, anlatılan hikayeleri... Hepsini seviyorum. İçime sinmeyen, gönlüme girmeyen hiç bir şey yok izlediğiniz bölümlerde. Sadece gönül rahatlığıyla gideceğim adresleri anlatıyorum size, gerçekten özel insanları, lezzetleri tanıtıyorum. Bu gezimizde de yine yukarıdaki satırları doğrulayan insanlar, anlar, tatlar çıktı karşıma. Dostlarla buluştum, yenilerine yönlendirildim yahut yolda karşıma çıktılar. Sevindim, gülümsedim, kalbimi açtım. Onlar da açtı evet. Bazen gözyaşları paylaşıldı, bazen kucaklaşıldı. İşte böyle dostlar. Geleneksel olanın, adil olanın, iyi olanın, sağlıklı olanın, doğal ve doğru olanın peşine düştük. Resimdeki gibi tombul acurlar çıktı, susuz domatesler, ne zaman başlatıldığı bilinmeyen mayayla yoğrulan ekmekler, eğrilmiş omurgasıyla tarlasını çapalayan ninelerin yetiştirdiği bamyalar, açtığı börekler... Her seferinde onlarla kucaklaşıp eve döndüm. Eve, alıştığım, bildiğim yere. Bir yanım onlarla olmayı istedi, öte yanım eve varmayı. Elimden geldiğince dengelemeye çalıştım bu arzuları. Hiç unutmadım kim olduğumu, nerede durmam gerektiğini. Dilerim hep öyle devam eder.

19 Ağustos 2011

Bu akşam 21:00'de

Kazdağı bölümünün yayın saati 21:15 olarak görünüyor ama bir kere başıma geldi, ne olur ne olmaz 21:00'de tv başında olmakta fayda var. Tekrarı cumartesi 20:20'de, Kanal 24'te.

16 Ağustos 2011

Bu hafta Kazdağı'ndayız

Şu anda fotoğraf yükleyememek ne kötü. Ruhsuz bir otelin lobisindeki bilgisayarı kullanmak zorunda olunca (benimkinden internete bağlanmayı beceremedim) fotoğrafsız bir yazı olacak. Evet bu hafta Kazdağı'ndayız. Size tanıtmak istediğimiz harika insanlar var yine. Yine lezzetler, yine el sanatları, yine dostlar, yine güzel insanlar... Ben hala Ayvalık bölümünü izleyemedim. Dolayısıyla nasıl olmuş bilmiyorum ancak beğenisini belirten dostların çokluğu doğru yolda olduğumuzun bir ifadesi galiba. Çok teşekkürler. Facebook sayfasına fotoğraf yüklemeyi (ve tabii buraya da) dönüşte sürdüreceğim. Programın yayın saatlerini biliyor herkes artık: Cuma 21:00. Tekrarı için kanalın web sitesine bakabilirsiniz, önceki haftalar pazar 18:15'te idi, geçen haftasonu 20:40'a alınmıştı. Ege'nin sıcak bir kasabasından (artık kentleşmiş gerçi ya) hepinize selam ve sevgiler.

12 Ağustos 2011

Bir rica

Gezgin bir arkadaşım için küçük bir ricam olacak sizden. Vakit ayırıp (sadece 30 saniye) yardımcı olursanız ben de Engin adına size minnettar kalacağım. Dünyanın tüm gezginlerine açık olan bir yarışmaya katıldı Engin Kaban. İlk 20'ye girenler finale kalıyor. Şu anda 23. sırada. Biraz oya ihtiyacı var. Şu adresten sayfasına girip "vote" tuşuna basacaksınız. Bazı e-posta adreslerini anında kabul ediyor, bazılarına konfirmasyon mektubu yolluyor, gelen e-postadaki "confirm" kısmına basacaksınız o kadar. Çok çok teşekkürler:
http://www.epicworldtravel.com/leaderboard.aspx?ID=152

10 Ağustos 2011

Bu hafta Ayvalık'tayız

Bu hafta bölüm tekrarı pazar akşamı 20:40'a alınmış. Değişikliği ayrıca bildireyim istedim. Cuma kaçırıp pazar izlemek isteyen olursa diye.
*
Sabah 07:45. Poyraz var. Esiyor. Hem de soğuk soğuk esiyor. Deniz masmavi. Dalgalı ama olsun. Karşımda Kazdağı. Ağaçların arasından birazcık görüyorum. Çoğu insan henüz uyanmamış. Erkenciler de var tabii. Kimi kapılar açılıyor yavaştan. Gün başlıyor. Bense işe girişmeden önce (ki müjdeli günlerdeyiz, Mayam burada. Birazdan "halasııı" diye gelebilir) salim kafayla Ayvalık haberini vereyim istedim. Evet bu hafta Ayvalık'tayız. Programı açarken "Ayvalık'a her gelişimde beni dostlar karşılar" demiştim. Gerçekten de öyle olur. Her seferinde de yeni birileri eklenir dost dağarcığıma. Bu sefer de işte bu leblebileri yapan tatlı karı koca eklendi. Onlar hakkında fazla bilgi vermeyeceğim çünkü sürpriz olsun istiyorum. İkisinin de çok özel, çok güzel yürekli olduğunu ben söylemeden siz şıp diye anlayacaksınız, görür görmez. Ve yaptıkları işin ne kadar saygıyı hak ettiğini, alın teri denen şeyin ne kadar önemli olduğunu, onları görünce bir çoğumuzun aslında ter dökmeden para kazandığımızı fakat doğrusunun onların yaptığı olduğunu da anlayacaksınız. Ayvalık'ta gerçekten çok güzel dostlarım var. Onların bir çoğunu göreceksiniz zaten. Cuma 21:00'de, Kanal 24'te. Tekrarı bu hafta yine cuma gecesi 02:15 sanırım. Pazar 18:15'te de var. Televizyondan izleyemeyenler yayın saatinde kanalın web sitesinden izleyebilir demiştim. Bir de facebook sayfamız var, ona da yandaki linkten girebilirsiniz zaten. Oraya da eski bölümleri yüklüyor arkadaşlarımız. Ben bir kez de buradan emeği geçen, destek veren, yorum yapan, izleyen, eleştiri ve önerisini, beğenisini ifade eden herkese teşekkür edeyim ve işimin başına döneyim. Siz Ayvalık bölümünü izlerken biz yeni bölümlerin çekimi için yola düşmüş olacağız, şans dilekleriniz yanımızda olsun ne olur.

05 Ağustos 2011

Bu hafta Tire'deyiz

Tire'ye ilk gidişim hangi yıldı diye düşünüyorum. Daha önce iki kere gitmiştim. İkisinde de Tire Pazarı'na denk gelmişti, öyle istemiştim. O yüzden Tire'ye dair anılarım hep pazarlıdır, hep rengarenktir. İki seferinde de hemen hemen aynı adreslere uğramıştım. Cön Keçecilik'ten keçe terlikler, çantalar almıştım mesela. İncecik keçe şalları görüp bayılmıştım ancak o zaman bütçemi aştığından alamamıştım. (Artık fiyatları daha makul ancak ben keçe şal yerine güzel bir masa örtüsü almayı tercih ettim.) Her iki seferinde de Kaplan Dağ Restoran'da yemek yemiştim. Birini Radikal Cumartesi'ye yazmıştım, Lütfi beyin resmiyle. Diğerini de sanırım Lezzet dergisine. Bu sefer ise farklı bir heyecanla ziyaret ettim Tire'yi. Çekim yapacaktık. Bahtsızlık oldu, Gülcüoğlu Konakları'nı keşfedemedim rezervasyon yaptırma aşamasında. Onun yerine artık iyice eprimiş, yıpranmış Tirem Otel'de kaldık. Bir dahaki seferi olursa bu işin, mutlaka Gülcüoğlu Konakları'nda kalırım. Tire'nin zengin ailelerinden birinden alınmış konak, restore edilmiş ve otel olarak hizmet veriyor. Fiyatları da gayet makul. Tire'de iki gece kaldık. Üçüncü gün akşamüzeri dönüş yoluna geçtik. Salı sabahı ilk sabahımızdı ve erkenden Lütfi beyle buluştuk, pazar duasını kaçırmayalım diye hemen pazara koşturduk. Pazar duası çok özel geleneklerinden biri Tire'nin. Her hafta belediye hoparlöründen hocanın okuduğu bereket duasıyla başlar. Sonra dalarsınız o serin sokaklara. Çiçekçiler, sebzeciler, meyveciler, zeytinyağı, sabun, peynir, şifalı ot satıcıları... (Hatta mevsimiymiş, taze tarhana otu vardı bolca. Alıp kurutaydım ne güzel olurdu. Bu sene tarhanama koyardım ondan. Kısmet.) Artık ne ararsanız bulursunuz. Ayrılamazsınız bir türlü. Biz de epey bir dolandık, güzel çekimler yaptık. Sonra sokaklarında dolandık Tire'nin, zanaatkarlarıyla sohbet ettik, at ressamı nalbantın yeteneğine hayran kaldık... Geriye güzel anılar kaldı elbet. Şimdi sıra o gün derlediklerimizi izlemekte. Sizi de bekliyoruz ekran karşısına. Tak Sepeti Koluna bu akşam (5 Ağustos Cuma) 21:15'de, Kanal 24'te. Tekrarı bu gece 01:45'te, ardından pazar 18:15'te. Pazar gecesi bir tekrarı daha oluyordu ya bu hafta yok sanırım. Televizyondan izleyemeyenlerin yayın saatinde kanalın web sitesinden canlı olarak izleyebileceğini, hiç seyremeyenlerin önümüzdeki hafta programın Facebook sayfasına uğrayabileceğini hatırlatayım. Sevgili yönetmenim Tunahan sağolsun gösterimden sonra bölümleri Facebook'a yüklüyor. İşte böyle. Hepinizi bekleriz. Tire'yi bir de bizim gözümüzden görün.
Son bir not: Tire'de bulunduğumuz süre içinde yardımlarını esirgemeyen, her sorumuzu sabırla yanıtlayan, bize yardımcı olacak kişileri bulan, onlarla görüşmemizi sağlayan Lütfi Çakır'a teşekkürler.

02 Ağustos 2011

Yaz, sıcak, açlık, tokluk, hırs, talan

Bir sürü şey düşünüyorum şu günlerde. Utanç duyuyorum bazen. Karın doyurmak utanç veriyor. Binlerce, milyonlarca insan açken. Dünyanın adaletsizliğine lanet ediyorum. Bir yandan da o adaletsizliğin suçlularından birinin ben olduğumu bilmenin huzursuzluğunu taşıyorum. Ben, sen, o. Biz, hepimiz. Hepimiz suçluyuz. Suçsuz olan, masum olan var mı? Henüz yürümeyi öğrenmemiş bebeler bile suçlu. Size garip gelecek bu düşünce ama öyle. İstemeden tabii. Bilmeden. En basitinden tuvalet eğitimi alana kadar tükettiği bezi düşünün. Evlerimizde kullandığımız su, elektrik, yakıt, deterjanlar, satın aldığımız ürünlerin yetiştirilirken maruz kaldığı kirlilik, fabrikaların dumanı, arabaların egzozu, tıbbi ya da öyle, böyle, şöyle ortaya çıkan atıklar. Kirlenen sular, bir gıdım elektrik daha üretebilmek için dereleri kurutacağını bile bile her yere inşa edilen HESler, biraz daha yeşil dolar için, euro için kıyıma uğrayan yeşillikler, vatan toprağı. Ne için olduğu artık çoktan unutulmuş olan bir savaşa verilen şehitler. İşte bütün bu duygular, düşünceler kemiriyor beynimi ve ben kendimi suçlu ilan ediyorum. Ben de sorumluyum hepsinden. Bir gül goncası koparıp masama koyuyorum. Koparmasam daha iyi biliyorum. Onun suçluluğunu da içimde yaşıyorum. O gül goncasına bakmak, onu koklamak biraz olsun rahatlatır belki diyorum ama yok, işe yaramıyor. Hiç koparmasam daha iyiymiş. Yine de solacak biliyorum. Olsun, dalındayken koklayabilirmişim. Güllerin arasında bir sürü semizotu. Körpecik. Onlardan topluyorum. En azından yıkarken kullandığım suyu çiçeklere veriyorum diye bir nebze rahatlatıyorum kendimi. Ama sadece bir nebze. Sonra onları salatalık, yoğurt, tuz, sarımsak ve dövülmüş cevizle karıştırıp başka türlü bir cacık yapıyorum. Sıkılmıyorum bu tattan. Her gün yiyebilirim. Yanında susamlı galeta. Simit fırınından aldığım. Soframdakilerin basit ve ucuz ve kolay bulunabilir olması da rahatlatmıyor içimi. Ben suçlu olduğumu bilir ve bunun huzursuzluğunu yaşarken vatanını, toprağını, insanını, mineralini, çocuklarının geleceğini satanlar horul horul uyuyorlar biliyorum. Nefs mücadelesini sadece gırtlaklarından geçen yiyecek ve içeceğe indirgiyorlar, onu da biliyorum. İşte asıl anlayamadığım bu. Benim içim içimi yerken onlar tıkınmayı nasıl sürdürebiliyorlar?

28 Temmuz 2011

Ölmez ağaçla merhaba

Aşağıdaki yazıdan on gün sonra, ölmez ağacın duygulandıran, insana umut aşılayan bir görüntüsüyle merhaba. Sıcak bir merhaba. Hem yürekten hem de havadan kaynaklanan bir sıcaklık bu. İnsanın beyni de bulanıyor ister istemez. Hani tamam, fotoğrafı seçtim de ne diyeceğim? Gittim, gezdim, geldim mi? Aslında kabaca öyle. Gittim, gezdim, geldim. Dostlarım sağolsun, hepsi seferber oldular, nereye gittiysek hayatımızı kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Kahvaltılar, yemekler, buz gibi ev yapımı limonatalar, armağanlar, sohbetler... Hepsine yürekten teşekkürler, bir kere daha. Yepyeni dostlar kazanmak da muhteşemdi. Yüreğimin bir kısmını bıraktığım köyler, bahçeler oldu. Bir sürü emekçi insanla tanıştım. Tam anlamıyla "alnının teri ile" ekmek parasını kazanan insanlar. Ama öyle emekçi insanlar ki, yaşları ilerlese de yaptıkları işe saygılarını, çalışma ritimlerini hiç yitirmemişler. Kimi şanslı, evlatlarından hiç değilse biri o mesleği sürdürmek istiyor. Kimi ise yorulup bıraktığında o meslek dalı da belki onlarla birlikte tarihe gömülecek.
Bu güzelim zeytin ağacının fotoğrafını Küçükkuyu'daki Adatepe Müzesi'nin bahçesinde çektim. Zeytine neden ölmez ağaç dendiğini bir kez daha anladım bu manzarayı görünce. O hep küllerinden doğuyordu. Yaşama, doğaya, güzele, iyiye olan inancım pekişti bir kez daha. Yüreğim sevinçle doldu. Hüzünlendim de kimi zaman. Bir sürü hikaye, anılar, kucaklaşmalar... Hem çok şey var söylenecek hem de belki hiç. Hani bazen fotoğraflar ve görüntüler anlatsın deriz ya bizim yerimize, öyle işte. Ben şimdilik sizi bu fotoğrafla başbaşa bırakayım. On gün sonra evdeyim ya, hiç değilse bir gün mola vereyim, sonra yine başımı işlere gömeyim. Yapacak çok şey var çünkü. Ah tabii bir de duyurum var. Tak Sepeti Koluna'nın 3. bölümü Fethiye ve civarında çektiğimiz görüntülerle 29 Temmuz Cuma akşamı 21:00'de Kanal 24'te olacak. Tekrarları önceki haftalarda olduğu gibi: Cuma gecesi 02:15, Pazar 18:15 ve Pazar gecesi 04:15'te. Televizyondan izleyemeyenler yayın saatinde canlı olarak www.yirmidort.tv'den izleyebilirler. İlk hafta sağolsun dostların mektupları şenlendirdi e-posta adresimizi ya sonrasında facebook sayfamıza yorum yapmak daha kolay geldi sanırım. Hani belki vakit ayırır, görüş ve önerilerinizi yine paylaşırsınız diye e-posta adresimizi hatırlatıyorum: taksepetikoluna@yirmidort.tv
İzleyen, sevgisini, beğenisini, eleştiri ve önerisini paylaşan tüm dostlara sonsuz şükran ve sevgiyle.
Bir de not: Cuma akşamı izleyeceğiniz Fethiye bölümü benim ilk programcılık deneyimim. 20 Haziran akşamı başlayan yolculuk ile Fethiye'ye varmamız sabahın 5:30'unu bulmuştu. O gün bir kaç saatlik uykuyla ilk çekimlerimizi yaptık. Yönetmen arkadaşım da, kameraman arkadaşım da yaptıkları işin eğitimini almıştı ya ben hiç eğitim almadan kamera karşısında buldum kendimi. Sonraki gün ve çekimlerde onların yönlendirmesi (ve sabrıyla) yavaş yavaş bir şeyler öğrendim, tecrübe kazandım ya isterim ki bu bölümü bir acemi sunucunun elinden çıktığını bilerek izleyin.

18 Temmuz 2011

Her telden

Biraz her telden bir yazı olacak bu. Gerçi diğerleri gibi kısa olacağı için çok fazla dağılma şansı yok konunun. Son bir hafta çekim yapacağımız yeni yerlerle ilgili araştırma, bilgilenme, haberleşme ve organizasyon ile geçti. Yine bir sürü telefon görüşmesi yaptım, bazı kişilerle yüzyüze görüştüm, bir sürü notlar aldım, fena halde heyecanlandım. Bazı şeyler var ki muhtemelen ilk kez çekilecek. Galiba çekim yapacağımız kimi yerlerdeki kişiler de en az benim kadar heyecanlı. Fakat bir aksilik var, o da havanın sıcaklığı. Geçen ay çekimlerimizi yaparken ne rahatmışız diye düşünmeden edemiyorum. O zaman da sıcaktı ya, şu anki kadar değildi. Havayla barışık bir çalışma düzeni geliştirmeye çalışacağız, olabildiğince. En azından bu sefer geçen seferki kadar telaş etmek zorunda değiliz. Çekim yapacağımız her yer için yaklaşık birer ekstra günümüz var ki bu bize güneşin en kızgın olduğu saatlerde az da olsa dinlenme fırsatı verecek.
Son hafta biraz da bahçe bakımıyla geçti. Ot yoldum, çapa yaptım. Biberler ve kabaklar ürün vermeye başladı. Hatta kabaklarla bir yemek bile yaptım. Patlıcanlar ve domatesler çiçekte. Döndüğümde üzerlerinde miniminnacık patlıcanlar göreceğim sanki. Bir kaç minik domates de var, büyümekte olan. Kiraz domateslerden de yedim bir kaç tane. Oysa çok geç kalmıştık dikim için. Yine de doğa bütün işbirlikçiliğini gösterdi, biraz yardımla (sulamak, çapalayıp otlarını yolmak gibi) mucizesini gösterdi. Kayısı ağacımız bu sene ne çok kayısı verdi yine. Heyhat, çoğu dallar çok yüksek olduğu için ancak ulaşabildiğim dallardakileri merdivene çıkarak topladım, komşulara dağıttım. Kalanları döküldükçe içim acıyarak toplayıp attım. Geçen gün Ayvalık Pazarı'nda domates biberi (veya kambe biber, kamber biber) bulup aldım, onunla bir güzel biber kavurması yaptım. Bir de bahçe kabağından bolca doğrayarak bulgur pilavı. Bulguru bizim pazardan almıştım. Yağsız tuzsuz haşladım. Kabakları ayrıca, yine az yağda, tane kimyon, soğan ve sarımsak ekleyerek kavurdum, ikisini buluşturdum. Sonunu bugün yedim. İşte böyle yaz havadisleri. Sizi bu güzel çiçeklerle başbaşa bırakarak şimdilik hoşçakalın diyorum. Programla ilgili bilgileri Facebook sayfamıza yükleyeceğiz elimizden geldiğince. Yan taraftaki linkten ulaşabilirsiniz. Fotoğraftaki çiçeklerin hikayesini ise bu cuma günü 21:00'de yayınlanacak olan yeni bölümümüzde öğreneceksiniz. Yeniden görüşünceye dek kalın sağlıcakla.

15 Temmuz 2011

Tak Sepeti Koluna geçen haftaki bölümüyle

Sevgili dostlar,
Bu akşam Bodrum ve Milas'ta çektiğimiz bölüm yayınlanacaktı ancak dün 13 askerimiz şehit olunca içinde düğün görüntülerinin olduğu bir programı yayınlamanın uygun olmadığını düşünmüş kanaldaki yöneticiler. Saldırıda ölen askerlerimize rahmet, geride kalan yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyor, bu değişikliği anlayışla karşılamanızı rica ediyorum. Ben de montajlanmış halini görememiştim bu bölümün. İzlemek için bir hafta beklemek durumundayız, üzgünüm. Programla ilgili gelişmeleri buradan, facebook sayfamızdan, twitter hesabımızdan izleyebilir, programla ilgili görüş ve önerilerinizi taksepetikoluna@yirmidort.tv adresine bildirebilirsiniz.

12 Temmuz 2011

Basit bir yaz yemeği

Nereden geldiğini, kimin yetiştirdiği/ürettiğini bildiğim yiyecekleri yemekten pek hoşlanırım. Daha önce de söylemişimdir mutlaka. O kişilere teşekkür etmek ne güzeldir (her zaman dile getirilemese de). Dün, bu yaz ilk defa pazarımıza gidebilim. Temmuz'un neredeyse ortası gelmiş ve ben ilk defa gidiyorum, olacak şey değil. Hayırlı bir iş nedeniyle olduğu için ses etmedim. Yoksa çok homurdanırdım biliyorum. Pazarımızda bereket başlamış başlamasına ya, pembe domatesler (ilk haftası diye) altın değerindeydi. Türkiye'de bir kilo domatese 5 tl vermemiştim daha önce. (Bir an acaba Japonya'da mıyım diye düşünmeden edemedim o fiyatı duyunca!) Bir daha da vermem gerekmez umarım. Önce boşver dedim, daha turfanda, haftaya ucuzlar nasılsa. Ama haftaya ben çekime gitmiş olacağım. En az iki hafta daha yiyemeyeceğim bu güzellerden. Ne yapalım el mecbur diyerek kıydım paraya, bir kilocuk da olsa doldurdum sepete (evet, programda gördüğünüz sepete. O benim domates sepetim çünkü!) Körpecik pancarlar da aldım pazardan ve eve getirip yıkadıktan sonra hemen haşladım. Sevgili Erhan arkadaşımın elcağızıyla yaptığı ahududu sirkesi, limon suyu (sirkeyle limonu birlikte kullanmayı seviyorum), zeytinyağı, sarımsak ve tuzla sarmaladıp soyup doğradığım pancarları. Bugün de bahçeden semizotu ve roka topladım, bir güzel yıkayıp doğradım, bizim siteye bahçesinin ürününü getiren Hasan'dan aldığım salatalıklardan ve bir komşumuzun bahçesinden kopardığım henüz tam olmamış bir ufak elmayı doğradım, pancarları ekledim, üzerine de yine dün pazardan aldığım, yeni mahsul Kozak fıstığı. Yanında da geçen gün komşumuz Yücel hanımın getirdiği çorba. Daha ne olsun. (Kafiye olsun diye "yürekler sevgi dolsun" demek isterim.)
Bir not: Programı izleyen, kanala veya bana mektup yazıp görüşlerini bildiren tüm dostlara bir kez daha teşekkürler. Biliyorum siz mükemmeli istiyorsunuz ama ne olur bana biraz zaman tanıyın. Ekranda göründüğü gibi değil çekimler. Zor ve yorucu ve çok detaylı. Yavaş yavaş yerine oturacak her şey ve ben karşımda sahiden sizler varmışsınız gibi, en doğal halimle ekran karşısında gülümseyebileceğim. Ama biraz zaman.

10 Temmuz 2011

Kirazoğlu Süleyman

Önce bir not: İzleyemeyenler için programın tekrarı bu akşam 18:15'te, Kanal 24'te. Uzaklarda olanlar yine kanalın web sitesinden izleyebilirler.
Bir not daha: Nedenini bilmediğim bir sorun yüzünden programın sayfasından gönderilen e-postalar yerine ulaşmıyor. Programı izlediyseniz ve yorumlarınızı yazmak isterseniz (ki ben çok isterim yazmanızı), doğrudan taksepetikoluna@yirmidort.tv adresine yazar mısınız? Teşekkürler.
*
İzlediyseniz Süleyman amcama bayılmışsınızdır eminim. Aslında hikayesini anlatmıştım çekimlerde ya uzun diye kestiler o kısmını. Burada anlatayım. Süleyman amcayı 12 sene önce, Muğla Pazarı'na gittiğimiz bir gün tanıdım. Bademlerinden tattık, aldık, sohbet ettik. O gün bana 2 badem verdi, "kızım bak bu bademlerde allahın kelamı yazıyor" diyerek. Üzerindeki girintiler Arapça yazı gibiydi. Öyledir değildir, orasında değilim ya o bademleri bir arkadaşımın bahçesine ekmiştik. Sonra ne oldu bilmem ya ben Süleyman amcanın hikayesini hiç unutmadım. Bir kaç kişiye sordum, internette aradım falan ama ulaşamadım. Çekimlerden önce Muğla Belediyesi'ni aradığımda Süleyman amcayı da sordum. Meğer oradaki arkadaşlar tanıyormuş. Hala her hafta pazara geliyor dediklerinde öyle sevindim ki! Siz gelin pazarda buluruz merak etmeyin dediler. Belediyeden Tümay beyle buluşup gidecektik pazara ya belediyeye vardığımızda beni bir sürpriz bekliyordu. Süleyman amcanın oğlu oradaydı. Onunla tanıştığıma da çok mutlu oldum. Çıkıp pazara doğru yürürken de torunu Süleyman'la tanıştık. Muğla küçük yer diyorlar, öyle hakikaten. Ama çok güzel dostlarımız oldu Muğla'da, çok seviniyorum. Yayına çıkaramadık ama Muğla'da Güz Baharı adlı kitabın yazarı Tülay hanımı da, 157 yıllık yayla evinin sahibi Fettah bey ve eşini de çok sevdim. Onları yeniden ziyaret etmeyi çok istiyorum. Bakalım ne zamana kısmet olacak?

08 Temmuz 2011

Bu hafta Muğla ve Akyaka'dayız

Sepetim ve ben bu hafta Muğla ve Akyaka'dayız. İzlemek isteyen tüm dostlarımızı bekliyoruz. Muğla Pazarı rengarenk, Muğla mutfağı da öyle. Geleneksel lezzetler, akvaryum gibi sular, kazlar, balıklar, yaylalar, muhteşem bir kent dokusu, eski sokaklar... Bunlar ve daha fazlası için sizleri bu akşam ekran başına davet ediyoruz.

Tak Sepeti Koluna
8 Temmuz 2011 Cuma
21:00
(Tekrarları: Bu gece 02:15, Pazar 18:15 ve Pazar gecesi 04:15'te)
Televizyondan izleyemeyenler kanalın web sitesinden izleyebilir:
Kanal 24
Programa e-posta göndermek için:
taksepetikoluna@yirmidort.tv

05 Temmuz 2011

Programın sayfası

"Tak Sepeti Koluna"nın sayfası açılmış, onu bildireyim istedim siz sevgili dostlara. Şu adresten ulaşabilirsiniz program sayfasına. Program saati 20:45 olarak görünüyor ama 21:00 olarak belirlendiğini söylemişlerdi. O kısmını düzeltmiş olayım, sanırım kanaldaki arkadaşlar da düzelteceklerdir. Sayfada programa e-posta gönderebileceğiniz bir adres var. Programı izledikten sonra görüş ve önerilerinizi ya da Ege'ye, gezmeye, ziyaret ettiğimiz yörelere dair söylemek istediğiniz her ne varsa yazabilirsiniz. Okuyanı, yanıtlayanı ben olacağım, yönetmenim ve idarecilerimizle birlikte. Şimdiden teşekkürler, yüreğindeki güzellikle izleyen, heyecanımıza katılan herkese.

30 Haziran 2011

Tak Sepeti Koluna

Döndüm. Şimdilik. Dostlar bana "iyi tatiller" dediler ya ben tatil yapmaya gitmedim. Gezmedim mi? Gezdim evet. Muhteşem insanlarla buluştum/tanıştım, güzel lezzetler tattım, geleneklere şahit oldum, yeni yerler gördüm ama bir yandan da sabahın 6'sında kalkıp akşam 9'a, 10'a kadar çalıştım (çalıştık). İkibin kilometreden fazla yol yaptık ve programımızın ilk bölümlerini çektik. Programımız? Evet, programımız. Hazırlayanı ve sunanı olacağım, Kanal 24'te yayınlanacak olan program. Adı Tak Sepeti Koluna. Tanıtımları dönmeye başlamış bile ya henüz kanalın sayfasında yer almıyor program tanıtımı. Yavaş yavaş eksiklerini tamamlayacağız. Tak Sepeti Koluna başlıyor arkadaşlar. Ne olur izleyerek, taksepetikoluna@yirmidort.tv adresine e-posta göndererek, facebook sayfamızdan (henüz yapım aşamasında), twitter hesabımızdan bizi takip edin, destek verin. Dostlarımın desteği, beğenisi benim için çok önemli. Ama eksik gördüğünüzü, hatasını, beğenmediğiniz yanlarını da söyleyin ki eksiklerimizi giderelim, hatalarımızı düzeltelim. İlk bölüm 8 Temmuz 2011 Cuma günü, saat 20:45'te. Ayrıntıları, haberleri buradan paylaşacağım. (Fotoğrafta gördüğünüz ünlü sepetimiz. Bu sepetle dolaştım, içini hep güzelliklerle doldurdum. Programımız da güzel yüreklere ulaşsın dilerim ki.)
Not: Uzaklarda olan dostlarımız programı kanalın web sitesinden yayın anında izleyebilir. Canlı izleyemeyenler de programın yayınından bir kaç gün sonra yükleneceği facebook sayfamızdan izleyebilirler.

20 Haziran 2011

Yola çıkmak lazım

Yaz geldi. Birdenbire. Yağmurlar kesildi. Rüzgarlar dindi. Karpuz kabuğu düştü mü görmedim ama ben deniz mevsimini açtım. Güneşinkini de. Dün akşam Sırtçantalılar grubundan sevgili Timur Özkan'ın editörlüğünü yaptığı Ankaralı Gezginler'in Türkiye'den Gezi Yazıları kitabını okuyordum. Yazılardan biri mavi yolculuğu anlatıyor. Öyle çok çekti ki canım. İsterdim Ege'nin inci gibi koylarında, bir teknede olmayı, sabah yüzümü denizde yıkamayı, hiç bir şey yapmak zorunda olmadan dinlenmeyi. O yüzden de bu fotoğrafı seçtim ya bugünkü yazıya. Dilerim bu yaz hepimiz gönlümüzce dinlenip yılın yorgunluğunu üzerimizden atabiliriz. Sadece bedensel ya da zihinsel yorgunlukları değil, ruh yorgunluklarından da silkelenip tazelenme zamanı. Ben bu teknelerden birinde uzanıp kitabımı okuyor olmayacağım önümüzdeki günlerde ama Ege'nin farklı yörelerinde olacağım. Size bir sürprizim olacak dönüşümde. Benden ses çıkmazsa merak etmeyin diye yazdım bu yazıyı bir de tabii sizi ruhunuza dinginlik verecek bir fotoğrafla başbaşa bırakmak istediğimden. İki hafta sonra, güzel haberlerde buluşmak dileğiyle, şimdilik hoşçakalın.

17 Haziran 2011

Türkiye'nin Kentleri-Safranbolu

"Safranbolu'da Eski Bir Güneş Saati" demiş kitabının adına Hüseyin Avni Cinozoğlu, III. Selim'in Safranbolu'da yaptırdığı saat kulesinin hikayesini anlattığı bölüme atfen. İstanbul'daki ekmekçilerin çoğunun Safranbolu'dan gittiğini söylemiş, Eski Çarşı'yı, pazarı, Mübadele'nin Safranbolu'daki Rum mimari mirasına etkilerini, hamamları, kızılcıktan yapılan "kiren suyu"nu, bağları, dut ağaçlarını, pekmez yapımını, Safranbolu köy düğünlerini, Safranbolu'nun tarihsel anıtlarını ve elbette ünü dünyaya yayılan Safranbolu evlerini anlatmış, birer birer, tane tane...

15 Haziran 2011

Türkiye'nin Kentleri-Niğde

Adil İzci'yi ben çok severek okuduğum Ağaçlar Kitabı'ndan tanıyorum. Yüreği büyük insanlardan biri o. Tam bir doğasever. Tanımasam da saygım büyük. Şimdi de elimde yazarın Eski Bir Niğde'si var, çocukluğunun Niğde'sini anlattığı kitabı. Niğde'yi öyle güzel anlatmış ki ne diyeyim, sözler yetersiz. Sadece bir bölüm aktarayım. Biliyorum size de çocukluğunuzu anımsatacak: "Üstümüze doğa kokularının sindiği, sırtımızı ağaçlara verince dünyanın umurumuzda olmadığı dinginlik günleriydi onlar. Hele ikindiler. Hele nisan yağmurları sonrası. Gökyüzünü kaplayan sonsuz bir mavilik, sonsuz bir aydınlık... Senki hep de o sıralarda aklımıza geliyor bahçelere koşmak. Badem, erik, kayısı... atık hangisi kısmet olursa olsun, çağlaları yağmur yıkanığı nasılsa."

13 Haziran 2011

Türkiye'nin Kentleri-Burdur

Yusuf Erkan, Bekleyen Kent Burdur'da: "Benim Burdur'um Saat Kulesi'nden yükselen çan sesleriyle yanı başındaki Ulucami'den çıkan ezan seslerinin birbirine karıştığı kozmopolit Burdur'un uzantısıydı" diyor. "Tarihe Karışan Ziyafet Geleneği" bölümünde eski Burdur davet yemeklerini anlatıyor. Ziyafetler akşam yemeğiyle başlıyor eski günlerde ve sinilerde sunuluyor. Pirinç çorbasıyla başlıyor şölen, pirinç pilavı ve çekme etin yanı sıra taze fasulye, bamya, kuru fasulye gibi yemekler olabiliyor. Arkasından irmik helvası. İsteyenler kadayıf veya baklava da sunabiliyorlar. Ancak yemek tatlıyla sona ermiyor. Tatlıdan sonra kuyruk yağıyla yapılmış bulgur pilavı ikram ediliyor, bol karabiberli. Müzik de var ziyafetlerde, zilli maşa, bağlama, tef, darbuka ve kaşık çalınıyor, önce ev sahibi oynuyor, sonra herkes sırayla kalkıp Burdur türküleri eşliğinde oynuyor. Oyunlar oynanıyor, mesela yüzük saklamaca. Ziyafet tekerlemeleri var sonra. Sadece bunları anlatmıyor Yusuf Erkan. Hıdrellez eğlencelerini, çocukluğunun Burdur köylerini, Burdur Pazarı'nı, Tekelioğlu Efsanesi'ni ve daha nice şeyi...

10 Haziran 2011

Türkiye'nin Kentleri-Gaziantep

Bu hafta ve önümüzdeki hafta size beni çok etkileyen bir kitap dizisinden ve dizideki bazı kitaplardan bahsetmek istiyorum. Bu kitaplar Heyamola Yayınları'nın Türkiye'nin Kentleri dizisinden. Belki sizler de doğduğunuz, büyüdüğünüz veya bir şekilde etkilendiğiniz bir kente dair anıları, gelenekleri, alışkanlıkları okumak istersiniz. Bu kısa yazılarda kitaplarda beni etkileyen, ilginç bulduğum bazı bilgileri paylaşacağım. Lütfiye Aydın, Anka Kentim Antep'im'e "Bir türkülü masaldı çocukluğum" bölümüyle başlıyor. Sonra kağıt elbiseleri, kahveci güzelini, çocukluğunun sinemalarını, Anteplilerin piknik yeri Alleben'i, ünlü Antep fıstığını, çocukluğunun geçtiği evi anlatıyor. "Güzel yiyen güzel olur" diyor ve Antep'in ünlü yiyeceklerini anlatıyor. Kebaplarını, kahkesini, dolmalarını, çorbalarını... "Antep'in etrafı Başpınar bağlar" türküsünü hatırlatıyor ve Antep'te yetişen üzüm adlarını sıralıyor. Dile kolay, tamı tamına 31 çeşit üzüm: Yediveren, misk üzümü, ağ (ak) üzüm, tahannebi, hatun parmağı, deve gözü, arif paşa, künefi...
Geleneklerimiz unutulmasın, kültürümüz yok olmasın.
İyi okumalar.

09 Haziran 2011

Bir Zamanlar Anadolu'da

Binlerce yıl önce yazılmışsa da, sanki bugünü anlatıyor gibi.
Ey insanoğlu, sen hiç değişmez misin?
*
Gılgamış, Ölüm Suları'nı aşarak bilge Utnapiştim'e ulaşır. Utnapiştim, Gılgamış'a şunları söyler:
Kurduğumuz ev sonsuz mu ki? Anlaşmalar sürekli yürürlükte mi?
Kardeşler, malı mülkü sonsuz mu paylaşıyor sanki?
Ülkede sonsuz sürüp gider mi nefretler, düşmanlıklar?
Irmak hiç durmadan yükselip sel olmaz ki.
Kabuğundan çıkıp güneşe sonsuz bakamaz yusufçuk.
Hiçbir şey kalıcı, sürekli olmamıştır hiçbir zaman.
Birbirine ikiz kardeş gibi benzer uyuyanlarla ölüler.
Yoksulla soylu, ilkel insanla kahraman
Bir örnek olurlar onları kendine çektikçe kader.
Ecelin vakti gizlidir; yaşam herşeyini belli eder.
(Çeviri: Talat S. Halman, Eski Anadolu ve Ortadoğu'dan Şiirler)

06 Haziran 2011

Yeşil hafta

Yeni bir hafta daha sabah 7:30'da başladı, günün sessiz sayılabilecek bir saatinde. Akşamları karbonhidratsız bir öğün tercih ediyorum bu aralar. Hem de çok erken yiyorum akşam yemeğimi. Öyle olunca sabahları çok aç uyanıyorum. Bir koca bardak limonlu su bastırdı mı midemi? Yooo... Bu yazıyı yazar yazmaz kahvaltı hazırlamaya gideceğim. Bugünün "özel" ürünü hellim. Kahvaltı için hellim kızartacağım, yağsız tavada. Geçen hafta hacı bahçesinin ilk biberlerinden getirmişti, "abla bu kadar çıktı bak" diyerek. Nasıl sevinmiştim. Ben de ona bir ufak armağan aldım, çarşamba vereceğim, teşekkürlerimle. Ne zor işleri. Üç kişi çalışıyoruz, kıtıkıtına diyor. Alıp satsam inan daha karlı olur. Öyle dedim, masrafı yok, emeği yok. Belleri bükülüyor. Kolay mı tarla işi. Ben küçücük bahçeyle başa çıkamazken, otuyla mı uğraşacaksın, çapasıyla mı. Allah yardımcısı olsun tüm emekçilerin, ekmek artık gerçekten aslanın ağzında. Bu hepimiz için geçerli elbet. Ekmek parası kazanmak gitgide daha da zorlaşıyor. Neyse, dertlendirmeyeyim sizi de sabah sabah. Bir güzel haber: Senelerdir içine giremediğim iki pantolonumu giydim dün. Mutluluğumu tarif edemem. Oh be, hafiflemek ne güzel şey. (Mehtap'ı artık hepiniz tanıyorsunuz ama bugünlerde başarı öyküleri paylaşıyor, hafiflemek isteyenler için önerilerini görmediyseniz hemen bakın derim.) Fotoğraftaki arkadaş arşivden ama mevsime uygun. Ne olduğunu söylüyor zaten, üç yeşilin aşkı. Üzerine çok az zeytinyağı gezdirin lütfen. Ben artık hiç bir yemeğe bir çorba kaşığından fazla yağ koymuyorum. Bir çorba kaşığı zeytinyağının kalorisi 180. Yaza girerken hafiflik hem bedene lazım hem ruha, biliyorsunuz...

04 Haziran 2011

Büyük Anadolu Yürüyüşçüleri Etkinliği (4-5 Haziran 2011)

Duyurmakta geciktim ama belki Ankaralı arkadaşlardan okuyup katılmak isteyenler olur. Etkinlik sadece bugün değil, yarın da devam ediyor:

Yer: Gölbaşı çıkışından 3-4 km ilerde Star Pet
Yaşam İçin Direnişe Davet Programı

*4 haziran 2011 cumartesi*
10.00 : Toplanma
11.00 : Basın açıklaması
11.30-13.30 : 1. söyleşi
a- Neden yürüdük?
11 ayrı rotadan yürüyen birer temsilci deneyimlerini anlatacak.
b- Neden direniyoruz?
yerelde mücadele eden 5 konuşmacı, mücadelelerinin bugün geldiği noktayı
açıklayacak.
13.30-14.30 : Direniş yemeği
14.30-15.45 : Müzik - Zeynep Karababa
16.00-18.00 : 2. söyleşi
Anadolu nasıl talan ediliyor ?
HES - nükleer -termik santraller - maden ocakları - tarım ve hayvancılık ve
tüm konuların hukuksal boyutu
19.30-20.00 : Müzik - Dehri-Guş
20.15-21.00 : Müzik - Bomba Etkisi

*5 haziran 2011 Pazar*
11.00-12.00 : Kahvaltı - Müzik - Çok sesli koro
Not: Herkes kahvaltısını getiriyor
12.30-15.30 : 3. söyleşi
Nasıl bir yaşam istiyoruz ?
15.30 sonrası müzik

Katılımcılar için önemli not ve duyuru:
Etkinlikler doğa anamızı korumak için düzenlendiğinden, her türlü plastik
ambalajlı ürün, pet şişe, teneke kutu getirmekten kaçınmanızı rica ediyoruz.
Lütfen cam kapları, bardakları, kese kağıtlarını tercih edelim. Kendi
pişirdiklerimizi getirelim, paylaşarak çoğalalım.
Hava muhalefetini göz önünde bulundurarak, yanınızda şemsiye ve yağmurluk
getirmenizi öneririz.